Bize yedirilen, ısıtılmış duygularla geçti hayatımızın yaşadığımız kısımları. Bir kutu içine hapsedilen ne varsa, açılmamalıydı ama saklıda kalamazdı. Bir hayat yazmaya kararlı, kalemsiz mürekkepsiz bir yazma sevdalısıydık; yarım kalan öykülerimizde tükenmez sanılan mürekkebimize suçu attık. Kayboldukça çoğalıyorduk, birbirimizi değil kendiliklerimizi arıyorduk; bir ara bir diğerimizle oyalanıp adına sevda diyorduk.
Hüznü yazdım; sevdaya yakışıyordu, hatta mutluluktan bile daha çok yakışıyordu. Öylece kaldı, hep kaldı. Arada farklılık gerekti; ayrılıkları yazdım ama içinde yine hüzün vardı, aldatmaları ve aldatılmışları yazdım; içnde öfke vardı ve de farklıydı. Mutluluk sanrılarıyla satır sayısı artsın dedim, amma da beğeneni çıktı; sonra anladım ki bildiklerinden değildi ilgileri, sadece meraklıydılar ve de saf.
Bir son gerekliydi; çünkü girişti, gelişmeydi ve sonra son gelirdi. Sonda etkileyicilik gerekliydi; beklentilerden fazlasını vermeliydi. Beklenen mutlu bir bitişti ki bilinmeyen biten hiç bir şey mutlu olamazdı; öyleyse mutluluk beklentilerine realist sonlar koymalıydı, çarpıcı sonlar. Bir kaç intihar, çokça gözyaşı belki ya da sonu yazmadan bırakmalıydı; bu daha beklenmedikti. Sonu olmayan, yarım kalmışlıklar.
Yarım kalmalıydı, tamamlanmamalıydı; öyle de oldu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder