Koyunları sağa sola
kaçıran bir araç hızla geçmiş tozu dumana katmıştı. Arkalarından bakıp da
küfretmeye fırsat bulamadan araç durmuştu, şimdi geri geliyordu. Abdullah çok
korkmuştu; küfrettiğini duymuşlar mıydı?
“adın ne senin?”
araçtan inen iri ve boz adam soruyordu, elinde ki silah mıydı? Abdullah cevap
veremedi, adam hızla Abdullaha doğru gelirken bir daha sordu bağırarak; “adını
sorduk lan!” yine sessizlik.
Abdullah adamın ne
dediğini anlamıyordu, buraların dili değildi konuştuğu. Adam abilerinin
bahsettiğinde babasının susmaları için bağırdığı adamların tarifine benziyordu.
Evet elindeki silahtı. Diğer eliyle Abdullaha sağlam bir tokat atıp, anlamadığı
şeyler söylemeye devam etmişti. Abdullah altının ıslandığı adamlar gösterip
güldüklerinde anlamıştı; aynı dile gerek yoktu utancın, her dilde aynıydı.
Arabaya bindirirlerken,
Abdullah “koyunlarım, onları bırakamam babam öldürür beni. Kaybolurlar, kurt
tutar ya da başka birileri çalar” demeye çalışsa da adamlardan yüzünde maske
olan çenesine sert bir tokat daha attı. Çenesi yerinden çıkmış gibi acımıştı.
Sustu, ağladı; altı gibi gözleri de utandırıyordu şimdi Abdullah’ı.
Şoförün yanındaki
adamın söylediklerinden sadece bir kelime anlamıştı; abisinin adıydı söylediği.
Abisinin adını defalarca tekrarlamıştı, anlamadıkları kelimelerinin içinde. En
sonda Abdullah göğsüne vurarak cevap verdi; “bıra mıné, bıra mın” adamlar hep
birden sustular ve duyduklarına bayağı sevinmiş gibi güldüler Abdullah’a. Hatta
şoförün yanındaki torpido gözünden çikolata çıkarıp uzatmıştı. Abimin
arkadaşları diye düşündü Abdullah.
Üç gün karanlık bir
yerde tuttular Abdullah’ı. Işıkla beraber bir adam geliyor, bağırarak tokat,
yumruk atıp gidiyordu, sonra yine karanlık. Korkutucu bir sessizlik vardı,
soğuktu, açtı Abdullah.
Yine ışık, bu kez başka
bir adam geldi; elinde yemek vardı. Abdullah’ın önüne koydu, iyi birine
benziyordu. Abdullah yemeğe saldırmıştı ki adam cebinden bir şey çıkarıp
Abdullah’ın yüzüne tuttu. Gözleri ışığa alışmadığından uzunca baktı Abdullah.
Resim netleştiğinde biri vardı fotoğrafta, babası gibi giyinmiş bir adam.
Abdullah ilk başta tanımadı ama sonra evlerindeki tek resim geldi gözünün
önüne; abisiydi. “bıra mın” dedi.
Adam Abdullah’ın dilini
biliyordu, nerde dedi adam bilmiyorum dedi Abdullah, en son ne zaman eve geldi
dedi adam hiç gelmedi dedi Abdullah, abilerin görüşüyor mu dedi adam bilmiyorum
dedi Abdullah.
“Aferin böyle devam et
bakalım, senin de sonun onun ki gibi olacak” dedi adam ve çıkarken “bacını da”
dedi ya da Abdullah öyle duydu ama gerisini işitememişti. Adam çıktı, ışıkta;
yine karanlık yine soğuk kaldı. Anası geldi aklına, ağlamaya başladı;
utanılacak kimse yoktu, önemli de değildi, salya sümük bağıra bağıra ağladı
Abdullah.
Babasının kokusu geldi
bir an burnuna; tütün kokuyordu, anasının sesini duyar gibi oldu; kına koksun
diye bekledi ama ilaç gibi kokuyordu. Anlaşılmaz gürültüler vardı, birkaç çocuk
ağlıyordu, ilaç kokuyordu yine uyudu; rüya gördü, uyandı annesinin sesiydi yine
babası kokuyordu ilaçla birlikte. Kız kardeşinin sesi de geldi bir an kısa bir
süre için. Biri ağlıyordu sesli sesli, anasının kokusu geliyordu bu anlarda,
babasının tütünü gitmiş miydi? İlaç kokuyordu, çocuklar sürekli ağlıyordu,
gürültü vardı çokça gürültü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder