Sigara içmek yasak değildi, yasaklandığı haberinin bile gelmediği bir yerdeydi. Yalnızdı. Anılarla, hayal kırıklarıyla yüklüydü.
Sobaya odun atan çaycının çırağı, uykusundan uyandırmışçasına kendine getirdiğine; hangi yıkıntıdaydı bilemedi. "Çay ver" dedi. Taze demedi çünkü önemli olan çay değildi.
Adını bilmediği bir türkücü acıklı söylüyordu; muhtemel arabeskti ama sevmişti tınısını. İçe işleyen bir şarkıydı. İçe işleyen; ne garipti. Boğazının düğümlendiğini hissetti, ağlamak ister gibiydi bir an için.
Sahi ya; neydi bu denli içini acıtan.
Yalnızdı; yapayalnızdı.
Kim değildi ki? Biri bu denli yalnız olabilir miydi? Ağlayacak kadar. Evet yalnızlıktı, içine işleyen şarkının tınısından, boğazındaki düğüme kadar. Elindeki bardağı sıkmasına neden olacak kadar, sobadan sızan alevlere sabitlenmiş gözlerle bir sabahçı kahvesindeki herkesten daha yalnızdı.
Terk edilmişti; ya da terketmişti. Farketmezdi işte, yalnızdı. Ne gidecek bir dost, ne arayabileceği birisi yoktu. Oysa ne çok isterdi, şuan biriyle dertleşmeyi. Kahvecinin çırağı dahi olsa, biri dinlesin istiyordu.
Kapı açıldı, sağ yanının ürperdiğini hissetti. Bir refleksti kapıya yönelten, bakışlarını; yoksa gelmesi ihtimali olan herhangi birini beklemiyordu. Yapayalnızdı.
Sokak köpekleri misaliydi yalnızlığı, aslında çok daha kötüydü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder