Translate

Bumerang - Yazarkafe

18 Ekim 2011 Salı

Umut dayı

   Mutluluk için nasip dedi yaşlı adam. Elinden kayıp gitmiş hayatı umursamadan hala umudu vardı ve kaybettiği her anın bir bedeli vardı ya da olmalıydı, çünkü böyle demişti büyükleri. "bu dünya da olmasa da ötekinde inşallah" cümlesi kulaklarında yankılansa da içten içe şüphe duymuyorda değildi. Bu dünya da olmayacaksa diğerinin garantisi var mıydı ki?

   Sabah namazından sonra "ya Allah, ya Fettah, ya nasip" der,eski evinin kapısını,içinde çalınacak tek eşya olmamasına rağmen, üst üste iki kez kilitler yüzyıllardır aynı yolu takip edipde evrimleşmişçesine yolunu bulan ayaklarına emanet ederdi kendini; aynı kaldırımlar, aynı dükkanlar ve aynı ses tonuyla "selamın aleyküm, hayırlı işler" denen komşu esnafın önünden geçerdi. İçten dilenen hayır dualarına rağmen çoğu kez selamına karşılık verilmez ya da utanma belasına sadece bir kafa sallanması düşerdi nasibine. Artık nedenini niçinini düşünmese de biliyordu ki maddi durumunun yetersizliğiydi bu umursamazlıklar. İşleri hayatının hiçbir döneminde iyi olmamış ve sadece kıt kanaat geçinen ve hep şükretmek zorunda olan olmuştu; komşu esnaf önünde ezik "yazık ya" denen, hiç evlenmemiş, evlenememiş sürekli fakir bir adam ve sonra hep fakir yaşlı bir adam olmuştu.
   Umut bir mevsim yağmuru gibiydi, tam her şey bitti denen kuraklığa kısa bir derman oluyor ama kuraklığı asla sonlandırmıyordu. Dükkanını açarken "bismillah" demeyi asla unutmazdı, öyle alışmıştı. Evden abdestli çıkmak, yatsı namazından sonra uyuyana dek tesbih çekmek gibi.
   Evlenemediğinden yakın akraba sayısıda azalmış, herkes evlenememesinin nedeni olarak yaşlı adamı suçlamış ve daha az uğranılan olmuştu. Oysa hayatının hiç bir anında evliliğe yaklaşamadığı gibi geri çevirmek gibi bir lüksü olmamıştı. O "nasip değilmiş" dedikçe ,şimdi kendini teketmiş akrabaları "bereket harekete bağlıdır;sen uğraşacaksın ki Allahta sana versin, sen böyle bekle sana gelecek mi sanıyorsun" diye azarlardı. Kader bu değilmiydi oysa; yani yazmamışsa yaradan ne yapabilirdi kul olan. Kadere inanmamak günahtı ama akrabalar kaderi işler kötü gittiğinde ağızdaki herhangi bir kelimeden ibaret sanıyorlardı, suçluydu kader.
   Dükkanda satılan her malın üzerindeki kar kıt kanaat geçinmeye ve çoğu zaman dükkan giderlerini karşılayacak kadardı. Aç gözlü olmamakla komşu dükkanların selamından yoksun kalmak ironik ortak bir paydaydı. Diğer dükkan sahipleri "fiyatlarını arttır" dediğinden ve yaşlı adam "fakir fukarada var" diye cevap verdiğinden beri kimse kendini sevmez olmuştu. Müşteriler dahi daha pahalıya satanı tercih ediyorlardı ama yaşlı adam "fazlası haramdır" deyip hep daha az karla satar, fakir fukaranın duasına daha bir önem verirdi.
   Akşam evine dönerken fırından yarım bir ekmek alır, çayın önüne köylü bir müşterisinden aldığı otlu peyniri katıp yapıp akşam yemeğini geçiştirirdi. Televizyon ve radyosuda yoktu ki yaşlı adam buna seviniyordu; daha fazla namaza vakit kalıyordu; öyle ya, dünya bir oyalanmaydı yani vakit kaybı. Yaradana yüzünü çevirmek varken yaradandan yüz çevirmek olmazdı.
   Tesbihi elinde "süphanallah" çekiyordu ki, yaşlılıktan kaynaklı abdest kaçkınlığından vesvese düşen kalbini temiz tutmak ve abdest almak için yerinden kalkarken, gözünün karadığını hissetti. Göğsüne şiddetli bir ağırlık çökmüştü "bismillah" çekmesine vakit bulamadan soluğu ağzını tıkadı. Gzölerinden bir damla yaş dökülürken, yolun sonu diye düşündü, demekki böyle olacakmış, demek ki bu kadarmış ve böyle bitiyormuş her şey. "Sen hayırlısını nasip et" dedi ama kelime-i şahaadeti getiremedi.
   Ne çok dinlemişti büyüklerinden bu anı, olacakları, yapması gerekenleri. Ne dedikleri gibiydi ne de söylemedikleri gibi. Ne söylenenleri yapabilmişti ne de kendi yerine yapabilecek biri vardı şimdi yanında.

Hayat kısaydı bazıları için, bazıları içinse olabildiğince uzundu....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder