Translate

Bumerang - Yazarkafe

19 Şubat 2012 Pazar

fedora


Çocukluğundan hatırladığı yegâne anısı, sıcak evlerinde babaannesinden dinlediği hikâyelerdi. Babası, evde Rumca konuşulmasını yasaklamış da olsa babaanne eskiyle yeniyi, yenilerde karşılığı olmayan kelimeleri beraber kullanıp anlatırdı hikâyelerini. Babası da başka bir şeyler uğraşırmış gibi yapıp gizliden kulak kabartırdı hikâyelerine, kimi zaman dudaklarında ki tebessümü yakaladığı olurdu, babasının yüzünde.

Zümrüt yeşili gözlerinin farkındalık yarattığını, komşu kadınların imrenmelerinde öğrenmişti. Kendini diğer çocuklardan farklı saymasa da farklı olduğunu hissettirmişlerdi. “maşallah, ne güzel gözler” derlerdi, ötekilerin “kız maşallah denir mi Müslüman olmayana, tövbe de” karşılık vermelerini izlerdi; zümrüt yeşil gözlerini birinden bir diğerine çevirerek. Güzel yeşil gözlerinde anlamı yoktu, komşu kadınların; “el kadar bebenin günahı olmaz ki, her çocuk melektir ve Müslüman doğar” demeleri ya da “keşke Müslüman olaydı da hemen oğluma alırdım valla” diyip gülüşmeleri de.

İki ismi vardı; biri babaannesinin dilinden düşürmediği ama evden dışarıya asla çıkmayandı, diğeri ise annesinin özellikle çokça telaffuz edip komşulara ezberletmeye uğraştığı ismiydi. Babaannesi o kadar tatlı söylerdi ki; hayran kalırdı ilk ismine, ama dışarıdaki ismini daha çok severdi ve hep onu kullanmak isterdi. Anne ve babasından sakladıkları bir sırmış gibi, babaannesi hep kulağına “ismini asla unutma, seni kutsayan dünyada ki var olma nedenindir. İnsanların isimleri kendilerinden önce doğar annelerinden, senin varoluşundur O. Adın giderse, hayatında son bulur” derdi. Bu yüzden hiç unutmadı adını.

Kötü zamanlar çabuk gelmişti; annesi, babası ve kardeşleri gitmişlerdi. Yıllar sonra bu gidişin, öldürüldükleri olduğunu öğrenmişti; oysa isimleri hala dudaklarında yaşıyorken nasıl bu dünyadan göçebilirlerdi. “göç” kelimesinden nefret etmesine rağmen en çok bu kelimeyi bilir ve ne kadar istese de unutamazdı.

Babaannesiyle bir başlarına kalışlarını, uzunca bir zaman komşularının evinde yaşamak zorunda oluşlarını, babaannesinin boynundaki kolyesini toprağa gömüşünü ve en çok acıtanıydı; babaannesinin şiir gibi kullandığı adını değil de dışarıdaki ismiyle kendisini çağırır oluşunu, hala hatırlardı.

Meryem olmuştu bir gece de ve hep öyle kalmıştı. Babaannesi Fatma ’ydı artık. Fatima dese de babaanne kendine; Fatma dillerde çok da yer etmeden gidivermişti ama Zeynep uzun hayatına yeni başlıyordu. Kendine ait olmayan bir isim, kendinden nefret ettiren bir hayat oluvermişti.

Suskunluk yeminine kilit kelimeydi; ismi. En son babaannesinin dilinden kendi kulağına değmiş, bir daha hiçbir şekilde geri dönmemişti. Unutmamak için, içinden tekrarlasa bile, dilinde ıslatmaya korkar olmuştu; bir başka kulağa çalınmamasına; “anlamayanlar bilmesinler, güzel kızım” demişti babaanne, hiçbir kulak işitmemişti böylece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder