Kalemi elime aldığımda hiç sevgilim olmamıştı, benim.
Yıllarca yazdığım sevgi’li sayfalar okunmasın diye hep sakladım! Yazılarımdan
esen her ayrılık saçlarıma takıldı: “babası da böyleydi” dediler, oysa benim
yaşımdayken babamın, üç çocuğu ve simsiyah Tarık Akan saçları vardı; duvarlara
yazı yazardı. Babam kısa cümlelerle imla hatalarıyla; insanların peşinden
koşturan yazıları yazıyordu, bense; uzun uzadıya cümlelerde hiçbir şey
anlatamaz halde yazamıyorum; okumayanlara.
Aş(ı)ktım kağıt üzerinde; sana, gerçekte ise ayrıl(d)ık;
onlarca defa. Ya(zı)lardan ibaret bir yalnızlıkta avunmalar peşindeydim. (u)mutsuz kağıtlarda, hala kalem çalıyorum hayattan; ıslak mürekkep kadarlık ömürlerde, sonsuz mutsuz sonlardan ibaret aşırabildiklerim. Aidiyeti olmayan fikirlerimi topraksız bedenimden damıtıp, umut dilenicem hayattan, ruhumun yakıtı bitene kadar; “gerçek yüzlü bir “günaydına” a birlikte uyanabilmek için.
Canımın yanmasıydı kalemden ağlayan, bitmeyen büyüme
sancısıydı yazdıran. Birine yazmadım hiçbir zaman; oysa bir yazdıran olmasını
ne çok istedim, her zaman. Olmadı, olmadım, olamadık.
Umut baharı beklerken, ayazı bile sevmeyi bildi de;
evrildikçe daha bir yenildi ruh denen akışkan.
Bir deli bile sevebilir; delice, hatta bir çocuk bile; belki
biraz çocukça ama yine de sevebilir. Bir dahi Aşkın formülünü bulup, kimyasını
laboratuvarda sentezleyebilir başkaları için; kullanım klavuzunu bile yanına
iliştirebilir her yaşayıcı mutlu olabilsin diye. Yaşlı genci, genç daha genci
veya çok yaşlıyı; kadın kadını yada erkek erkeği bile sevebilir. Peki ya sahnenin arkasındaki
mucize denenlerin şifresini gören; bir daha sevebilir mi, kanabilir mi
diğerleri gibi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder