Translate

Bumerang - Yazarkafe

18 Ekim 2012 Perşembe

günlerim

   Üçüncü günlerinin ilk saatlerinde yatıp, üçte birlik zamanını tüketmişlerdi. Bugüne dair plan; kızın arkadaşları ve ortak arkadaş gruplarıyla buluşmak, bişeyler içmek yemek yemek ve belki sinemaya gitmekti. Belkiydi; çünkü sinema gereksiz susmalarla, arkadaşlarla sohbetin amacına ters düşüyordu.
   İkiside yalnız kalmayı istiyor ve istemiyorlardı. Rutinle sıkılmak ya da dostlarla fazla zamanla, kısıtlı birliktelik anlarından olmak istemiyorlardı.
   İlk grupla, mudavimi olunan mekanda yeni yüzlerin istila ettiği masalardan boş olana ilişip sohbete başladılar. Sohbet eskilerden eğlenceli anılar çıkarmaktan öteye gitmedi, gidemedi.Bugünü konuşmak ise hayalkırıkları içerdiğinden, öylece geçiştirildi.
   İlk gruba düşen süre fazlaca aşılmıştı ki diğer arkadaşların dinmek bilmez telefonları geliyordu. "böyle olmadı ama, bunu saymıyoruz" larla mekandan ayrılıp diğer grupla yemek yemek üzere restaurantın yolu tutuldu.
   Oysa sabah erken uyanacaklardı; sabahın uyanmaları için düşündükleri saatten az evvel uyumamış olmalarıyla bu plan altüst olmuştu. Saat öğlen iki de uyanılmış; duş, kahvaltı derken dörtte yani belirledikleri plandan beş saat sonra evden çıkabilmişlerdi. Bu araya almayı düşündükleri alışveriş de tamamen iptal olmuştu.
   İkinci grup ya çok açtı ya da beklemekten yorulmuşlardı. Hemen yemekler söylendi, hafiften havadan sudan muhabbetti yine eskiler takip etti. Kısmen eğlenceliydi; insanların geçmişi bu denli seviyor olması ne kadar eğlenceliyse o kadar eğlenceliydi.
   Geceyarısı boş sokaklarda, kendilerine eşlik eden başıboş kediler, köpekler ve hızlı adımlarla biryerlere gidenlerin arasından eve yönelmişlerdi. Yürümeyi tercih etmişlerdi.
   "çorba?" bu soru geçmişten bir anektoddu. Biri diğerine sorar, diğeri de "hadi" derdi. Ama bu kez hayat farklanmıştı; "bu saatte bence pek doğru bir karar değil, yemesek daha iyi" demişti "hadi" demesi gereken kız. Sessizce eve dönmeye devam etmişlerdi.
   Kız hemen duşa girmişti, adam çay suyunu ateşe koyup balkona geçmişti. Üzerinde ki bornozla tam olarak kurulanmamış halde kız mutfağa gelip, adamın ilgisini bekledi. Beklenen ilgi; mutfak masasının üzerinde son bulmadan önce, adamın kızın suyla ferah bir berraklıktaki kokusunu içine çekmesiyle başlamıştı. Hayat;su ve saf kokusunda kızın teniydi.
   Kız annesine yakalanmak istemeyen yaramaz çocuk misali bornozuyla gizlenip, giyinmek üzere içeri giderken, adam nefesinin normalleşmesini bekliyordu. Yaşlanıyor muyum diye düşündü bir an, ama şehvetim mesafeyle ters orantılı coşturuyor beni düşüncesini daha bir benimsedi, adam.
   Üçüncü gün bitmiş, dördüncü günden zaman çalmaya başlamıştı kısıtlı kavuşmaları. İlk ışıklar alacakaranlıkta kendini belli ederken balkonda çay içiyorlardı. Ne garipti, deli gibi sevişen insanların; sevişme sonrası susmaları. Suçluluk muydu; evlilik yasallığından yoksun olmaları, insanın en ilkel halini itiraftan kaynaklı tiksinmemiydi. Kim bilir belki doğa şarj ediyorken bedenler en pasif hale dönüyor olabilir miydi?
   Uyuduklarında dördüncü gün; son günün iki gün sonra olduğunu fısıldadı kulaklarına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder