Translate

Bumerang - Yazarkafe

6 Temmuz 2013 Cumartesi

2 çarpı 2 mutsuz insan

   “Seni yazasım var; kelimelere hükmüm geçtikçe…”


   Akademik kariyerinin en iyi noktasındayken, henüz akademik olarak başlangıç konumundaki erkekle tanışıklığında, kız; erkeği bir anda aklından silivermişti. Daha tanışalı bir kaç saat olmuşken, kız için erkek artık kabul edilmezdi. Erkekse, kızın bu statükocu defansına rağmen umudunu diri tutmaya çabalıyordu. Kim bilir belki bu kız diğerlerinden farklı olurdu da; statüsünü, evini, arabasını ya da başka maddi bir noktaya odaklanmaksızın kendini görebilirdi.
   Ama olmadı. Erkek, kızın iç dünyasına inmek istedikçe; kız içine kapandı, erkeğin tüm girişimlerini sonuçsuz bırakmak da kararlıydı.


   Adam üst düzey bir yöneticiydi. Kariyer diye yiten yıllar, her ne kadar inkar etse de, pişmanlıklar ve keşkelerle doluydu. Her evlenmiş, çocuk sahibi, yuva sahibi arkadaşların imrendiği hayatı yaşarken; O da gizlice arkadaşlarına imrenir olmuştu.
   Annesinin yine ve yeni bir girişimi için çağrıldığını bilmesine rağmen, itirazsız biraz da annesini mutlu kılmak için kabul etmişti. Kız kendinden 15 yaş küçüktü; güzel olmasına güzeldi ama çocuk sayılırdı. Hoş kız ve kızın annesi hatta adamın annesine göreyse gayet normaldi. Erkek dediğin kızdan büyük olsundu.
   Bir kaç cümlelik sohbette, kız asla olmadığınca olgun gözükmek, hanım efendi pozlara girerek erkeğe; "ben aradığın kadınım" demek istiyordu. Adamsa bu hareketlerle kızı kucağına alıp, yanaklarını sıkmak istiyordu; neredeyse elinden tutup bakkala götürecekti.
   İşin aslı; kız, adamın kariyerinden ve durumundan önceden hallice bilgi sahibiydi. Ve kaçmaması gereken bir fırsattı. Adamın düşüncesi, yaşı hatta tipi dahi önemsizdi; ne de olsa erkek dediğin de güzelliğe bakılmazdı, yaşı içinse annesinden farksızdı düşüncesi.


   Erkek, kızın egosunu daha doğrusu kültürün ilkel dayatmasına itibar eden; bir türlü akademisyenlikle örtüşmeyen tavrını bir türlü aşamadı. Kız, aklında bitirmişti; erkek de artık olmayacağına ikna olmuş, umutsuzca diyaloğu normal bir sohbet seviyesine indirip bir an evvel gitmenin derdindeydi.
   Erkekti ilk giden, kızsa bir kaç gün içinde bir daha görüşmeleri mümkün olmayacak denli uzaklara gidecekti. Biri güneşin doğduğu yere, diğeri tam tersi rotada uçacaklar ve dillerindeki buruk tatla birbirlerini unutmaya çabalayacaklardı. Kız; "yine olmadı ve yaşım ilerliyor" u hepsinden bir kat daha acıyla düşünürken, erkek kızların bu anlaşılmaz maddi algılarından kaynaklı "AŞK" a olan inancını kaybedecekti.


   20 yaş dediğin neydi ki; değil miydi ki ben anasını aldığımda, anası henüz kadınlığa adım atmıştı. Dünürler kafa kafaya verip, düğün boyunca küçük kızının ve büyük oğullarının mutlu(?) evliliklerini yasal zemine oturtmanın sohbetini yapacaklardı. Gerçi böyle bir gereklilik de yoktu ya; toplum çoktan oluruvermiş hatta epeyicede yakıştırmışlardı; genç kızla iyi iş sahibi olgun erkeği.

   Mutsuzduk; toplum istiyordu ve biz mutsuz kalmalıydık. Toplumun yargıları değerlerimiz olmalıydı ki; akademisyen ya da dünya görmüş olmak  bile anlamsızdı. Homojen yapılanmalıydı ki toplum, yıkılmasın; oysa yıkılmasının en önemlisiydi, silik kopyaların zayıf bağları.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder