Bizi oraya sürükleyen hayatı konuşsak, cümle aralarında bolca ve ağız dolusu sövsek. Çaylar sürekli tazelense, simitçi gelse-ege deysek gevrek desek-susamlarını dökerek yesek, "ikişer tane yeriz" desem sen itiraz etsen, "akşam balık yiyemeyeceksin" hatırlatsan bana.
Telefonlarımız kapalı olacak ya, bilgisayarlarımızı da hiç açmasak.
"Neden" diye başlasak ve hayatımızı kıskıvrak ızdıraba sokan deneyimlerimizi, hatalarımızı dizsek; çözümler bulsak, kararlar alsak.
Akşam barbun, kalamar ve abartıp da karides de söylesek yanına. Mis gibi zeytinyağlı deniz börülcesi salatası olsa, sarımsaklı haydari ve rakı. Çakırkeyf olsak, şarkı söyleyemeyecek kadar ayıkken henüz, boşver diye bağırsak, sen ayıp şeyler söylesen hayata; bende ağzına yakıştı diye kahkalarla eşlik etsem sana. Sonra şarkılar söylesek, yan masalar kıskansa bizi; ileri yaşımıza göre evli sansalar, ne harika hala sevişebiliyorlar misali imrenseler. Kimse, kim olduğumuzu bilmese; kimseyi umursamasak.
Ya daha da ileri gitsem mi? Hep orada yaşasak, ben roman yazsam sen bir cafe işletsen; cafenin devamlı müdavimi ben olsam, bir de güzel dostlar edinsek, hayattan eli eteğini çekmiş onca deneyimlerini sahile sermiş güzel dostlar.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder